1. GİRİŞ
Küreselleşen dünyada bireylerin mahremiyet hakkını korumak ve bilgi edinme özgürlüğünü dengede tutmak hukuk düzeni için önemli bir mesele haline gelmiştir. Küresel ve ulusal düzeyde yasalar, kişisel verilerin korunmasını güvence altına alırken, aynı zamanda basın özgürlüğü hakkını da teminat altına almaktadır. Ancak bu iki hakkın zaman zaman çatıştığı noktalar bulunmaktadır. Bu makalede, kişisel verilerin korunması ile basın özgürlüğü arasındaki dengeyi sağlamak adına hukuki çerçeve, örnek davalar ve yasal düzenlemeler ele alınacaktır.
2. KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI HAKKI VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Kişisel verilerin korunması, bireylerin özel yaşamını ve mahremiyetini koruma amacı taşıyan temel bir insan hakkıdır. Anayasa’nın 20. maddesi ile 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“Kanun”), bireylerin kişisel verilerinin izinsiz işlenmesini ve yayınlanmasını engelleyen düzenlemeler getirmektedir. Avrupa Birliği’nde de GDPR (“Genel Veri Koruma Tüzüğü”) benzer kurallar getirmiş olup bireylerin verilerinin rıza olmaksızın kullanılmasının önünü kesmektedir.
Basın özgürlüğü ise demokratik toplumların temel taşlarından biridir. Anayasa’nın 28. maddesi, basının sansüre ve kısıtlamalara tabi tutulamayacağını belirtmektedir. Bununla birlikte, basının kamuyu bilgilendirme hakkı bazı durumlarda kişisel verilerin yayımlanmasını da beraberinde getirebilir. Bu noktada, basının hangi durumlarda kişisel verileri ifşa edebileceği sorunu ortaya çıkmaktadır.
3. HUKUKİ ÇATIŞMA VE DENGE ARAYIŞI
Basın özgürlüğü ile kişisel verilerin korunması hakkı arasındaki çatışma genellikle; kamuya mal olmuş kişilerin mahremiyet hakları, ceza davalarında kişisel verilerin ifşa edilmesi, haberlerde bireylerin kişisel bilgilerinin izinsiz yayınlanması gibi durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu gibi durumlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay kararları, kamu yararının varlığını ve haberin gerekliliğini değerlendirerek bir denge kurulmasını önermektedir.
Birçok ülkede basın özgürlüğü ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin çarpıcı yargı kararları bulunmaktadır:
Örneğin, AİHM’in Axel Springer AG v. Germany (2012) Kararı’nda, kamuya mal olmuş bir kişinin mahremiyet hakkı ile basının haber yapma özgürlüğü arasında bir denge aranmıştır. Mahkeme, haberin kamu yararı taşıyıp taşımadığı, ilgili kişinin kamusal hayattaki rolü, haberin yayınlanma şekli gibi kriterleri dikkate alarak basının özgürlüğünü üstün tutmuştur. Ancak Von Hannover v. Germany (2004) Kararı’nda Prenses Caroline’in özel hayatına dair görüntülerin yayınlanmasını mahremiyet hakkı ihlali olarak değerlendirmiştir.
Türkiye’de Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından verilen bir kararda, basının kişisel verileri yayınlamasının sınırları tartışılmıştır. Yargıtay, “kamu yararı” kavramının geniş yorumlanması gerektiğini ancak bireylerin özel hayatlarının gereksiz yere teşhir edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Özellikle, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin kararlarından birisinde, bir gazetede yayınlanan bir haberin, haberde geçen şahsın açık rızası olmadan kişisel verilerini ifşa etmesi nedeniyle hukuka aykırı bulunduğu belirtilmiştir.
Öte yandan, kişisel verilerin korunması ve basın özgürlüğü arasındaki denge, kişisel verilerin anonimize edilmesi veya haberlerin kamu yararına hizmet edip etmediği gibi kriterler göz önünde bulundurularak sağlanabilir. Örneğin, kamuoyunu ilgilendiren bir olayda isimlerin ve yüzlerin bulanıklaştırılması gibi önlemler alınarak hem haber değeri korunabilecek hem de mahremiyet hakkı ihlal edilmemiş olacaktır.
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Basın özgürlüğü ile kişisel verilerin korunması arasındaki denge, demokratik toplumların hassas dengelerinden biridir. Kamu yararı gözetilerek basın özgürlüğü korunmalı, ancak bireylerin kişisel verileri izinsiz yayınlanmamalıdır. Bu noktada, hukuk sistemleri ve mahkemeler, bağımsız ve tarafsız kararlarla bu dengenin sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Yeni yasal düzenlemeler ve teknolojik gelişmelerle birlikte bu denge önümüzdeki yıllarda daha da fazla tartışılacaktır.