Ⅰ. GİRİŞ
Anonim şirket yapısı itibarıyla sermayeye dayalı bir ortaklık türü olup karar alma süreçlerinde genellikle çoğunluk ilkesi geçerlidir. Sermaye çoğunluğuna sahip pay sahipleri, genel kurulda alınacak kararları belirleme ve yönetim kurulunu şekillendirme konusunda önemli bir avantaj elde etmektedir. Bu durum, özellikle azınlık konumundaki pay sahiplerinin şirket yönetimine katılımını zorlaştırmaktadır. Bu eşitsizliğin giderilmesi ve şirket içi temsilin daha adil bir zemine oturtulması amacıyla, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) ile getirilen önemli düzenlemelerden biri, TTK m. 360 hükmüdür.
ⅠⅠ. YÖNETİM KURULUNDA TEMSİL EDİLME HAKKININ HUKUKİ MAHİYETİ
TTK m. 360, şirket esas sözleşmesinde düzenlenmek kaydıyla üç farklı gruba yönetim kurulunda temsil edilme imtiyazı tanınabileceğini düzenlemektedir: (i) belirli pay grupları, (ii) özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahipleri ve (iii) azınlık pay sahipleri.
Yönetim kurulunda temsil edilme hakkı, TTK m. 360/2 hükmü gereği açıkça bir “imtiyaz” olarak kabul edilmiştir. Bu durum, temsil hakkının ancak esas sözleşme ile tanınabileceğini ve söz konusu imtiyazın kaldırılmasının da yine özel nisaplara bağlı olduğunu göstermektedir. TTK m. 421/3-b uyarınca, bu tür imtiyazların kaldırılması, sermayenin en az yüzde yetmiş beşini temsil eden pay sahiplerinin onayı ile mümkün olabilir. Ayrıca, TTK m. 454 gereğince, TTK m. 360 hükmü ile esas sözleşme ile imtiyaz sağlanması durumunda, ilgili imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal eden genel kurul kararlarının uygulanabilmesinin geçerliliği ilgili imtiyazlı pay sahiplerinden oluşan özel bir kurul ile onaylanmasına şartına bağlanarak, esas sözleşme ile verilen imtiyazların korunması amaçlanmıştır.
ⅠⅠⅠ. TEMSİL HAKKININ TANINABİLECEĞİ GRUPLAR
1. Belirli Pay Grupları
TTK m. 360’ta sayılan ilk grup, belirli pay gruplarıdır. Bu grup için temsil hakkı, doktrinde “grup imtiyazı” olarak adlandırılmakta ve özellikle eski TTK döneminde Yargıtay içtihatlarıyla desteklenmiş uygulamalara dayanmaktadır. Örneğin, A ve B grubu paylara sahip bir şirketin esas sözleşmesinde, yönetim kurulunun A grubu pay sahipleri arasından seçileceğine dair veya A ve B grubu pay sahiplerinin farklı sayılarda önereceği adaylar arasından teşkil edeceğine yönelik düzenleme yapılması mümkündür. Bu durumda söz konusu pay gruplarının yaratılması hususunda sahip olunan pay oranı da dahil olmak üzere farklı bir düzenleme bulunmamakla beraber TTK m. 421/3-b ile düzenlenen nisaplara uyulması yeterlidir.
2. Özellik ve Nitelikleriyle Belirli Bir Grup Oluşturan Pay Sahipleri
Bu gruplandırma, belirli bir soyadı taşıyanlar, şirkette çalışanlar, aynı mesleği icra edenler veya aile bireyleri gibi ortak özelliğe sahip pay sahiplerinden oluşabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bu hakkın doğrudan bir kişiye değil, belirli bir niteliğe sahip grup adına tanınmasıdır. Bu grup tanımlaması yapılırken de özellikle somut, herkes tarafından anlaşılabilir ve yoruma kapalı tanımlama yapılması önem arz etmektedir. Dolayısıyla, şahsa yönelik düzenlemeler geçersiz sayılabileceği riskinden ötürü esas sözleşmeye derç edilmemelidir.
3. Azlık
TTK m. 360, azınlık pay sahiplerine de temsil hakkı tanınabileceğini öngörmektedir. Azlık kavramına baktığımızda ise genel kabul olarak her ne kadar TTK m. 411 uyarınca halka kapalı şirketlerde sermayenin en az %10’unu, halka açık şirketlerde en az %5’ini oluşturan pay sahipleri “azlık” veya “azınlık” olarak nitelendirilmekteyse de TTK m. 360’ta yer alan azlık kavramının, bu sınırlı tanımlamadan farklı olarak oy haklarının %50’sinden fazlasına sahip çoğunluk karşısında bulunan pay sahiplerinin de azlık olarak nitelendirilebileceği, doktrinde genel kabul görmektedir.
Bu bağlamda, azınlık kavramının esas sözleşmede net şekilde tanımlanması gereklidir. Zira madde gerekçesinde hükmün uygulanabilmesi için hem azlığın hem de belirli pay sahipleri gruplarının belirlenebilir ve tanınabilir şekilde tanımlanması yani diğer pay sahiplerinden ayrılabilir olması gerektiği belirtilmiştir. Zira sadece yüzdelerin belirtilmesi, bu orana hangi pay sahiplerinin dahil olduğu ya da kimin aday önereceği gibi konularda temsil hakkının nasıl kullanılacağına dair karışıklıklara yol açabilecektir. Esas sözleşmede tanımın net yapılmaması durumunda, olay özelinde oy haklarının %50’sinden fazlasına sahip çoğunluk karşısında bulunan mesela oy haklarının %40’ına sahip bir pay sahibi de azınlık olarak değerlendirilerek TTK m. 360 tahtındaki haklardan faydalanabilecektir.
Ⅳ. Temsil Hakkının Kullanım Yöntemleri
Uygulamadaki örnekleri de incelediğimizde temsil hakkı esas sözleşmede iki şekilde düzenlenebilir: (i) belirli grup içinden yönetim kurulu üyesi seçilmesi, (ii) belirli grubun aday önerme hakkı. Her iki yöntem de, genel kurulun bu hakka saygı göstermesini ve uygun adayı seçmesini gerektirmektedir. Aşağıda “V. Uygulamadaki Önemi ve Riskler” başlığında izah edileceği üzere seçim yapılmaması yalnızca “haklı sebep” varlığında mümkündür. Aksi hâlde ilgili genel kurul kararına karşı iptal davası açılabilecektir.
Temsil edilen grubun önerdiği veya içinden seçilen yönetim kurulu üyeleri, görev süresi boyunca tüm üyeler gibi şirketin yararını gözetmekle yükümlüdür. Bu kapsamda, yönetim kurulu üyelerinin şirkete karşı sorumluluklarında atanma şekilleri bakımından bir farklılık bulunmamaktadır. Bu kişiler sadece kendi gruplarının çıkarlarını gözetemez; TTK m. 369 gereği özen ve bağlılık yükümlülüğü çerçevesinde şirket menfaatini esas almalıdır. Bu durum, temsil hakkının kötüye kullanımını engelleyen önemli bir dengedir.
Ⅴ. Uygulamadaki Önemi ve Riskler
Yukarıda da belirtiğimiz üzere, esas sözleşmede temsil hakkı iki farklı şekilde tanınabilir: (i) belirli gruplara yönetim kurulu üyeliği için aday gösterme hakkı tanınması veya (ii) yönetim kurulu üyelerinin doğrudan bu grup içinden seçilmesi.
Ancak dikkat edilmelidir ki, aday gösterme hakkı, adayın doğrudan yönetim kuruluna atanmasını garanti etmemektedir. Yani belirli bir grup tarafından önerilen aday, diğer pay sahiplerinin oylarıyla seçilmediği sürece yönetim kurulu üyesi olarak atanamaz. Bununla birlikte, TTK m. 360, genel kurulun bu adayın seçimini yalnızca haklı sebep bulunması hâlinde reddedebileceğini açıkça hüküm altına almıştır.
Genel kurulun, haklı bir gerekçe olmaksızın aday gösterilen kişiyi reddetmesi hâlinde, esas sözleşme ile düzenlenen temsil hakkına aykırı davranılmış olacaktır. Bu durumda, TTK m. 360’ın ihlali söz konusu olmasına rağmen, mahkemenin doğrudan adayın atanmasına karar vermesi mümkün değildir. Yargı yoluyla sağlanabilecek en makul çözüm, genel kurul kararının iptali davasının açılmasıdır. Ancak bu dahi adayın atanmasını garanti etmemekte; yalnızca kararın geçersizliğini sağlamaktadır.
Türk doktrininde bu durum, şirketin işleyişi bakımından organ eksikliği olarak yorumlanabilmektedir. Zira, genel kurulun esas sözleşme ile düzenlenen yükümlülüğünü yerine getirmemesi, şirketin karar alma organının işlevini yitirmesi sonucunu doğurabilecektir. Bu bağlamda, kanaatimizce TTK m. 530 gereği, ilgili grup pay sahipleri tarafından mahkemeye başvurularak kayyım atanması talep edilebilecektir.
Bu süreçte dahi genel kurul, haklı bir sebep olmaksızın atama kararı almazsa, organ eksikliğinin giderilememesi nedeniyle şirketin feshine kadar uzanabilecek bir hukuki süreç gündeme gelebilecektir. Bu nedenle, esas sözleşme ile tanınan aday gösterme hakkının, çoğunluk tarafından sürekli engellenmesi hem şirketin kurumsal yapısını hem de pay sahiplerinin hukuki güvenliğini zedeleyebilir.
Bu yönüyle temsil hakkı tanınan gruplar bakımından, adaylarının genel kurulca seçilmesini engelleyecek yapısal bir direnç olması hâlinde, söz konusu imtiyazın uygulamada etkisizleşmesi ve şirketin karar organlarının hukuka aykırı biçimde işlevsizleşmesi gibi ciddi riskler doğabilmektedir. Dolayısıyla hem şirket esas sözleşmesi oluşturulması aşamasında hem de karar alma aşamasında bu risklerin gözetilmesi şirket varlığı açısından dikkate alınması gereken hususlardır.
Ⅵ. SONUÇ
TTK m. 360, anonim şirketlerde çoğunluk ilkesinin yol açtığı temsil dengesizliğini düzeltmek için önemli bir araçtır. Pay sahiplerinin belirli gruplar halinde yönetimde temsil edilmesi, hem şeffaflığı artırmakta hem de şirket içi demokrasiye katkı sağlamaktadır. Ancak bu hakların bilinçli, dengeli ve hukuka uygun şekilde kullanılmaması hâlinde, şirket yönetimi açısından ciddi sorunlar doğabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla yönetimde temsil edilmeye ilişkin imtiyazların düzenlenirken çok detaylıca ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ele alınması gerektiği aşikardır.