GİRİŞ
Türk Ticaret Hukuku’nda anonim şirketlerde pay sahiplerinin şirketin alacaklılarına karşı sorumluluğu, taahhüt edilen sermayeyle sınırlandırılmaktadır. Bu doğrultuda şirketin üçüncü kişilere olan borçlarından pay sahipleri sorumlu tutulamaz ve şirket doğrudan kendi tüzel kişiliğiyle ve malvarlığıyla sorumludur.
Pay sahiplerinin sınırlı sorumluluğu ile şirketin alacaklıların menfaatlerinin dengelenmesi adına, taahhüt edilen ve ödenen sermayenin korunması, anonim şirketlerin temel ilkelerinden birisi olarak öne çıkmıştır. Bu ilke; nakdi sermaye taahhütlerinin yerine getirilmesine ilişkin tedbirlerin yanı sıra, ayni sermaye unsurlarının gerçek değerinin tespitine yönelik usullerin tesis edilmesine de vesile olmuştur.
Ayni malvarlığı unsurlarının sermayeye dahil edilmesinde temel kural, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”)’nun 343. maddesinde öngörüldüğü üzere bilirkişi tarafından değerleme yapılmasıdır. Bununla birlikte, uygulamada gelişen ihtiyaç doğrultusunda gelişen istisnai düzenlemeyle, anonim şirketin pay sahibine olan borcunun bilirkişi değerlemesi yapılmasına gerek olmaksızın sermaye artırımına konu edilebilmesi mümkün kılınmıştır.
Bu makaleyle, pay sahibine borcun şirkete sermaye olarak eklenmesine dair istisna düzenlemesi incelenerek ayni malvarlığı değerleriyle olan farkı açıklanacaktır.
A. AYNİ SERMAYE OLARAK KONULABİLECEK UNSURLAR
TTK’nın 342. maddesine göre, anonim şirketlerde bir malvarlığı unsurunun ayni sermaye olarak getirilebilmesi için (i) üzerinde sınırlı ayni bir hak, haciz veya tedbir bulunmaması, (ii) nakden değerlenebilir ve devredilebilir olması ve (iii) hizmet edimi, kişisel emek, ticari itibar veya vadesi gelmemiş alacak niteliğinde olmaması gerekir.
Bu çerçevede söz konusu hüküm TTK’nın genel olarak ticaret şirketlerinin sermayesinde yer alabilecek unsurları düzenleyen 127. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, sayılanlarla sınırlı olmamak kaydıyla eşya üzerindeki mülkiyet hakları, sınai ve fikri haklar, ortaklık payları ve alacak haklarının da ilgili hüküm kapsamında sermayeye dahil edilebilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.
B. DEĞER BİÇME PROSEDÜRÜ
a. TTK’nın Öngördüğü Usul
TTK’nın 343. maddesi uyarınca, sermayenin eksiksiz ve doğru şekilde şirkete getirilmesini sağlamak amacıyla ilgili malvarlığı değerinin belirlenmesi için bilirkişi raporu alınmalıdır. Mezkur hükme göre, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişi tarafından hazırlanan değerleme raporu, ayni sermayenin gerçek değerinin tespitinde esas alınır. Söz konusu raporda;
- uygulanan değerleme yönteminin somut olayın özellikleri bakımından herkes için en adil ve uygun seçim olduğu,
- sermaye olarak konulan alacakların gerçekliğinin, geçerliğinin ve sermaye teşkil etmesi için gerekli nitelikleri taşıdığının belirlendiği,
- tahsil edilebilirlikleri ile tam değerleri; her bir ayni varlığa karşılık olarak tahsis edilecek pay miktarı ve Türk Lirası karşılığı
hususlarına yer verilmesi gerekmektedir.
b. Pay Sahibine Borçlar Bakımından Uygulanan İstisnai Usul
Şirketin pay sahibine olan nakdi borcunun sermaye artırımına konu edilmek istenmesi hâlinde nakdi olarak belirlenebilecek bir değer söz konusu olduğundan, bu durumlarda bilirkişi tarafından değerleme yapılması usulünden ayrışılmasına ve kolaylaştırılmış bir prosedüre ihtiyaç duyulmuştur.
O dönemki adıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü tarafından 27 Eylül 2013 tarihinde yayımlanan genelgeyle; şirketten olan alacağın sermaye artırımı kapsamında ayni sermaye olarak getirilmek istenmesi hâlinde bilirkişi raporu yerine aynı hususları tespit eden yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporunun ibraz edilmesinin yeterli olacağı ifade edilmiştir.
Yukarıda bahsedildiği üzere TTK’nın 343. maddesi, sermayenin korunması ilkesinin işletilebilmesini teminen sermayeye eklenecek ayni değerlerin mahkeme eliyle değerlemesini öngörerek söz konusu aynın gerçek değerinin tespit edilebilmesini amaçlamaktadır. Dolayısıyla kanun hükmünde öngörülmemiş olmasına rağmen YMM veya SMMM raporuyla yapılan değerlemelerin Ticaret Bakanlığı’nın mezkûr genelgesi uyarınca kabul edilmesi, normlar hiyerarşisi bakımından tartışma yaratmaktadır.
Bu istisnai uygulama 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu döneminden bu yana uygulanmakta, doktrinde de mevzuat sistematiği bakımından olarak eleştirilmekle birlikte, pay sahibine olan borcun ayni sermaye olarak konulabilecek diğer malvarlığı unsurlarından muhtelif yönlerden ayrıştığı da açıktır. Nitekim, bir taşınmaz varlığın sermayeye eklenmek istenmesi hâlinde bilançoya yazılacak tutar bilinmemekte ve taşınmazın teknik ve ticari özellikleri dikkate alınarak bir değerleme yapılmasına ihtiyaç duyulmaktayken pay sahibine olan borcun tutarı bellidir ve hâlihazırda bilanço pasifleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda, bilirkişi incelemesine gerek olmaksızın prosedür daha basitleştirilmek istenmiştir.
Benzer şekilde, pay sahibinin üçüncü kişiden olan alacağını sermayeye eklemek istemesi hâlinde de henüz muhasebeleştirilmiş bir değer bulunmamakta, ilaveten borçlunun ödeme kabiliyeti de dahil olmak üzere alacağın tahsiline ilişkin özellikleri de dikkate alınarak bir değerlemenin yapılması gerekmektedir. Öte yandan pay sahibini şirkete vermiş olduğu borcun karşılığı hâlihazırda şirkete aktarılmış olduğundan borcun tahsiline ilişkin bir inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
Son olarak belirtmek gerekir ki, TTK veya Ticaret Bakanlığı’nın uygulaması sermayeye eklenecek pay sahibinin şirketten olan alacağını ticari ya da finansal olarak ayırmamakta, borcun dayanağı ilişkinin mahiyetini incelememektedir. Bu durumda şirketin finanse edilmesine ilişkin borçlar ile örneğin pay sahibinin şirkete haricen bir hizmet sunması hâlinde bu ilişkiden doğan borçlar sermayeye ilave edilirken aynı muameleye tabi tutulmakta, dolayısıyla söz konusu borcun değerinin efektif olarak pay sahibi tarafından tespit edilebilmesi söz konusu olmaktadır. Böyle bir durumun söz konusu olması hâlinde, her hâlükârda ilişkili taraf işlemlerinde uygulanacak ilkeler doğrultusunda emsale uygunluk esası gözetilerek belirlenmelidir.
SONUÇ
TTK’nın 127. ve 342. maddeleri uyarınca sermayeye dahil edilmesi mümkün olan ayni malvarlığı değerleri, esas olarak bilirkişi tarafından yapılacak değerlemeyle tespit edilmektedir. Bununla birlikte, özellikle muhasebe düzeni bakımından farklı etkiler doğuran pay sahipleri alacaklarının sermayeye eklenmesinde, alacak ilişkisinin tarafı olan şirket ve pay sahibinin bu sıfatları da göz önünde bulundurularak farklı bir usul işletilmekte, bilirkişi raporu yerine YMM veya SMMM tarafından TTK’nın 343. maddesine göre düzenlenecek rapor ile söz konusu alacağın sermaye artırımına konu edilebilmesi mümkün olmaktadır. Keza ilgili sicil müdürlüklerince de, ortaklara borçlar hesabından yapılacak sermaye artışlarında bilirkişi değerlemesi yerine YMM veya SMMM raporlarının ibrazı talep edilmektedir.
Söz konusu uygulamanın normlar hiyerarşisine uygunluğuna ilişkin tartışmalar mevcut olmakla birlikte, inceleme konusu ayni değerin bahsedilen özel nitelikleri ve pay sahiplerinin sermaye taahhüdünden haricen şirketi finanse ettiği durumlarda sermayeye ilave edilebilmesine pratik olarak ihtiyaç duyulduğu da açıktır.
Şirketin pay sahibine olan ticari borçları da aynı usulle sermaye artırımına konu edilebileceği gibi, her hâlükârda ilişkili taraf işlemleri esaslarına uyum sağlanması ve emsal değerler üzerinden işlemlerde bulunulmasının zorunlu olduğu unutulmamalıdır.