Küreselleşme ve dijital dönüşüm ile birlikte kısıtlamasız veri akışı uluslararası ticaretin ve operasyonların temel bir parçası olmuştur. Ancak, farklı hukuk sistemlerinin ve mahremiyet standartlarının çatışması, kişisel verilerin uluslararası transferini karmaşık bir alan haline getirmiştir. Türkiye’deki düzenlemeler, uluslararası standartlarla uyumlu bir çerçeve sunarken, uyum stratejilerinin geliştirilmesini de zorunlu kılmaktadır.
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”) kapsamında kanun koyucu, uluslararası veri transferi için iki temel şart öngörmektedir; bunlardan biri kişisel veri sahibinin açık rızasının alınması, diğeri ise Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun (“Kurul”) uygun bulduğu yeterli koruma tedbirlerinin sağlanmasıdır. Bu süreçte Kurul, aktarım yapılacak ülkenin veri koruma standartlarını dikkate alarak, yeterli koruma düzeyinin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirir. Bununla birlikte veri sorumluları, yurtdışına kişisel veri aktarımı yapılması hususunda Kurul’a “Taahhütname” ile başvurulabilmektedir. “Taahhütname” yönteminin bu koruma düzeyini sağlamak için sıkça kullanılan bir mekanizma olduğunu belirtmek mümkündür. Böylelikle veri sorumluları hem veri sahibinin rızasına dayanarak hem de Kurul onaylı teknik ve idari tedbirleri içeren yeterlilik kararlarıyla bu kapsamda uyumu sağlayabilmektedir.
Kişisel veri sahiplerine ait kişisel verilerin yurtdışına aktarılması için aranan açık rıza kavramı, KVKK’nın 3. maddesi kapsamında yer almakta olup açık rıza, Türk hukukunda sık kullanılan bir uyum mekanizması olarak değerlendirilmektedir. Ancak, bu rızanın özgür iradeyle verilmiş, belirli bir konuya yönelik ve bilgilendirmeye dayalı olması gerekir. Özellikle uluslararası veri transferleri söz konusu olduğunda, açık rızanın doğru bir şekilde formüle edilmesi, hukuki geçerlilik açısından kritik bir öneme sahiptir. Diğer bir deyişle KVKK’nın 9. maddesinin 6. fıkrasının (a) bendi uyarınca; ilgili kişinin, muhtemel riskler hakkında bilgilendirilmesi kaydıyla, aktarıma açık rıza vermesi gerektiği kanun koyucu tarafından düzenlenmiştir.
Türk hukuku, uluslararası düzenlemelerle paralellik göstermekte ve özellikle Avrupa Birliği’nin Genel Veri Koruma Tüzüğü (“GDPR)” ile uyumu hedeflemektedir. GDPR’ın öngördüğü standart sözleşme maddeleri (“SCC”) ve bağlayıcı şirket kuralları (“BCR”), Türkiye’deki şirketler tarafından uluslararası veri transferlerinde kullanılabilen mekanizmalar arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Adalet Divanı’nın 16 Temmuz 2020 tarihinde verdiği Schrems II kararı (“Karar”) hem AB hem de Türkiye için veri koruma ve uluslararası transfer süreçlerinde önemli etkiler doğurmuştur.
Schrems II kararıyla, ABD ile Avrupa Birliği arasındaki kişisel veri transferini kolaylaştıran “Privacy Shield” mekanizması, GDPR’a uygun olmadığı gerekçesiyle geçersiz ilan edilmiştir. Bu Karar’ın temel dayanağı, ABD yasalarının AB vatandaşlarının kişisel verileri üzerinde yeterli koruma sağlayamaması olmuştur. Özellikle ABD’nin gözetim yasaları, AB vatandaşlarının verilerinin yeterli düzeyde gizlilikle korunmadığını ortaya koymuş, bu da uluslararası veri transferi süreçlerinde ciddi bir güvenlik ve mahremiyet endişesi yaratmıştır.
Karar, AB’den ABD’ye veri transferi yapmak isteyen şirketler için SCC ve BCR gibi mekanizmaların kullanılmasını zorunlu hale getirmiştir. Ancak bu mekanizmaların uygulanmasında, ek güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu durum, çok uluslu şirketlerin veri koruma uygulamalarını yeniden değerlendirmelerine ve uyum süreçlerini daha titiz bir şekilde ele almalarına yol açmıştır.
Schrems II kararı, yalnızca AB-ABD ilişkilerini değil, aynı zamanda Türkiye’deki veri sorumlularını da etkilemiştir. Türkiye’de uluslararası veri transferlerinde SCC ve BCR gibi mekanizmaların kullanılabilirliği, KVKK’ya uyum çerçevesinde değerlendirilmekte ve bu süreçlerde şirketlerin ek güvenlik önlemleri alınması gerekmektedir. Bu minvalde Karar’ın Türkiye’de faaliyet gösteren şirketler için hem uluslararası standartlara uyum sağlama gerekliliği hem de veri koruma politikalarını güçlendirme zorunluluğu getirdiğini belirtmek mümkündür.
Sonuç olarak Schrems II Kararı, uluslararası veri transferi alanında dönüm noktası sayılan bir karar olarak hem ulusal hem de uluslararası düzeyde veri koruma uygulamalarını yeniden şekillendirmiştir. Bu bağlamda, Karar’ın Türk hukuku ve düzenleyici uygulamalarının, GDPR ile uyumlu bir çerçeve sunarak veri sorumluları için küresel standartları yakalamaya odaklandığı belirtilebilir.
Öte yandan Türkiye’deki uygulamalar, veri güvenliği ve mahremiyetin korunmasına yönelik teknik ve idari tedbirleri de kapsamaktadır. Şifreleme, anonimleştirme ve erişim kontrolü gibi yöntemler, uluslararası veri transferlerinde sıkça kullanılmaktadır. Özellikle hassas verilerin aktarımında, bu tedbirlerin uygulanması hem Kurul’un değerlendirmelerinde hem de uluslararası standartlara uyumda olumlu bir etki yaratmaktadır.
Bu kapsamda KVKK ve ikincil mevzuat hükümleri, şirketlerin kişisel veri envanteri hazırlamalarını, veri işleme süreçlerini düzenli olarak gözden geçirmelerini ve bu süreçleri dokümante etmelerini zorunlu kılmaktadır. Veri transferine ilişkin tüm aşamaların detaylı bir şekilde kayıt altına alınması, denetim süreçlerinde ve uyumun devamlılığında kritik bir rol oynamaktadır. KVKK’ya aykırı olarak kişisel verilerin yurtdışına aktarılması halinde ise 2025 yılı itibarıyla 71.965,00 TL’den 1.439.300,00 TL’ye varan idari para cezalarının tahakkuk edilmesine ve gerektiğinde veri işleme faaliyetlerinin durdurulmasına yol açabilmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’deki hukuki çerçeve, kişisel verilerin korunmasını güçlendiren kapsamlı bir yapıya sahiptir. Bu düzenlemeler, uluslararası standartlarla uyumu teşvik etmekte ve veri sorumlularını teknik ve idari tedbirlerini sürekli geliştirmeye yönlendirmektedir. Şirketlerin uluslararası veri transferinde dengeli bir yaklaşım benimseyerek hem regülatif uyumu sağlaması hem de operasyonel esnekliklerini koruması, sürdürülebilir iş süreçleri için kritik bir öncelik haline gelmiştir.