GİRİŞ
Kaza genel çerçevede istem dışı veya umulmayan/beklenmeyen bir olay karşısında bir kişi, nesne ya da aracın zarara uğraması olarak tanımlanmaktadır. İş kazaları başta çalışan sonrasında işveren ve topluma büyük kayıplar getirmekte ve zarar gören taraflar ile bunların yakınları için uzun yıllar sürecek etkiler yaratmaktadır. Sanayileşme ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte meslek grupları artmış ve aynı ölçüde iş kazaları da artış gösteren söz konusu meslek gruplarına göre çeşitlilik göstermeye devam etmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Organization) (“ILO”) tarafından iş kazaları; belirli bir zarara ya da yaralanmaya neden olan, beklenmeyen ve önceden planlanmamış olay olarak tanımlanmaktadır. Hukukumuzda iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda yeteri kadar düzenleme yer almasına karşın meydana gelmiş ve gelmekte olan iş kazalarının büyük bir çoğunluğu yeterli eğitim verilmemesi ve denetim yapılmamasından kaynaklanmaktadır.
A. İŞ KAZASI TANIMI
Hukukumuzda iş kazası ilgili kanunlarda ve doktrinde aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Şöyle ki;
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (“İSGK”)’nun 3. Maddesinin g bendi uyarınca iş kazası: işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay olarak tanımlanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (“SSGSSK”)’nun 13. maddesi 1. Fıkrası uyarınca iş kazası:
“a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır.”
olarak tanımlanmıştır.
Doktrinde iş kazası; işçinin, işveren hakimiyeti altında bulunduğu bir sırada, işveren için ifa etmiş olduğu işten veya iş dolayısıyla dış bir sebeple meydana gelen bir olay sonucu uğramış olduğu kaza olarak tanımlanmaktadır.
B. İŞ KAZASININ UNSURLARI
Hayatın olağan akışı içerisinde meydana gelmiş bir kazanın iş kazası olarak değerlendirilmesi için yerleşik Yargıtay içtihatları ve doktrin kapsamında belirli kriterlerin bulunması zorunlu koşulmuştur. Bunlar kısaca (i) kazaya uğrayanın sigortalı olması, (ii) kazalının hemen veya sonradan bedenen veya ruhen zarara uğramış olması, (iii) sigortalının yer ve zaman itibariyle SSGSSK’nın 13. maddesi kapsamında sayılan hususlardan birine göre kazaya uğraması ve (iv) kazada nedensellik başka bir söylemle illiyet bağının bulunmasıdır.
İlliyet bağı kriterinin özellikle işveren ve alt işverenin sorumluluklarının tespiti bakımından detaylı olarak ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Meydana gelen kazada uygun bir illiyet bağının mevcudiyeti sorumluluk hukuku bakımından önem arz etmektedir. Başka bir söylem ile meydana gelen olay SSGSSK’nın 13. maddesi kapsamında iş kazası olarak nitelendirilmiş olsa dahi işveren ya da alt işverenin ilgili iş kazasında sorumluluklarının bulunup bulunmamasının tespiti için gereklidir. İş kazası ve işveren arasında uygun illiyet bağının tespit edilemediği durumlarda hak sahiplerinin maddi ya da manevi tazminat taleplerinin karşılanmaması mümkün olmayacaktır.
C. İŞ KAZASI KABUL EDİLEN HALLER
İş kazası sonucunda meydana gelen kaza, zarar ve işveren açısında illiyet bağının tespit edildiği durumlarda işverenin işçinin zararını tazmin borcu doğmaktadır. Uygulama ve doktrinde temel olarak dört adet karinenin tespit edilmesi halinde, aksi ispat edilmedikçe, uygun illiyet bağının mevcut olduğuna kanaat edilmektedir. Bunlar;
- Kazanın işin yürütülmesi sonucunda meydana gelmesi
- Olayın çalışma/iş süresi içinde veya çalışma/iş süresinde sayılan durumlarda gerçekleşmesi
- İşyerinin ve yürütülen işin tehlikeli olması
- İşverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almaması
İşverenin kanun ve sair yönetmelikler neticesinde almakla yükümlü bulunduğu iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almaması sebebi ile kazanın meydana gelmesi durumunda uygun illiyet bağının varlığından söz edilecektir. Uygulamada bilhassa işveren/lerin gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almamaları dolayısıyla işveren ya da alt işverenler sorumlu tutulmaktadır.
Meydana gelmiş bir iş kazasında yukarıdaki karineler tespit edilmemiş olsa dahi somut olayın şartları dolayısıyla uygun illiyet bağının tespit edilmesi durumunda işverenin iş kazasından sorumluluğunun bulunması riski bulunmaktadır.
Bu noktada belirtmekte fayda vardır ki; iş kazasının meydana gelmesi akabinde uygun illiyet bağının kesilmesinin söz konusu olması halinde işverenin iş kazası neticesinde sorumluluğu bulunmayacaktır. Uygun illiyet bağının kesildiği ya da mevcut olmadığı durumlarda iş kazasına uğrayan sigortalının sadece sigorta yardımlarından yararlanması durumu söz konusu olacaktır. Yerleşik yargıtay içtihatları ve doktrin uyarınca illiyet bağının kesilmesine sebebiyet veren üç temel neden (i) mücbir sebebin varlığı, (ii) zarar görenin kusuru ve (iii) üçüncü kişinin kusurudur.
D. İŞ KAZASI HALİNDE HAK SAHİPLERİNİN TALEPLERİ
İş kazası neticesinde talep edilebilecek tazminatlar ve talep edebilecek kişileri iki ayrı başlık altında incelemek gerekmektedir. İş kazasının işçinin ölümü ile sonuçlanması durumunda işçinin mirasçıları, yakınları, bakmakla yükümlü olduğu kimseler ve işçinin destek olduğu kimseler işverenden maddi tazminat talebinde bulunabilecektir. İş kazasının işçinin yaralanması ile sonuçlanması durumunda ise işçi ruhen ve bedenen zarar gördüğü gerekçesi ile işverenden maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilecektir.
- Ölümlü kaza halinde;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”)’nun 53. maddesi uyarınca hak sahipleri cenaze giderleri, işçinin ölümünden önceki iş kazası sebebi ile geçirdiği tedavi süreci var ise tedavi giderleri ve ölenin desteğinden yoksun kalma tazminatı talep edebileceklerdir. Maddi tazminat kalemlerinin yanında iş kazası sonucunda işçinin veya işçi yakınlarının manevi zarara da uğraması olağan olup manevi zararlarının tazmini Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmamaktadır. Bu nedenle iş kazası geçiren işçi ve yakınları, işverenden manevi tazminat talebinde bulunabilecek olup bu talep işverene karşı maddi tazminat talebiyle birlikte ileri sürülebilmektedir.
- Yaralanmalı kaza halinde;
TBK’nun 54. maddesi uyarınca işçi tedavi giderlerini, bedensel zararın kalıcı olmaması halinde iş kazası nedeniyle çalışamadığı süre boyunca yoksun kaldığı kazanç kaybını (geçici iş göremezlik tazminatı), iş kazası nedeniyle oluşan bedensel zararın kalıcı olması durumunda çalışma gücünün kısmen veya tamamen yitirilmesinden dolayı yoksun kaldığı kazanç kaybını (sürekli iş göremezlik tazminatı) ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplarının tazminini talep edebilecektir. Bununla birlikte kaza geçiren işçinin manevi tazminat talep edebilmesi için kaza nedeniyle mutlaka malul kalmış olması zorunluluğu aranmamakta olup manevi tazminatın mahkemece takdirinde zarar görenin geçirdiği tedavi süreci, meydana gelen zararın ağırlığı ve kalıcılığı, zararın etkileri gibi birden fazla faktör dikkate alınmakta ve kaza sebebiyle malul kalmamış işçi için işçinin lehine olacak şekilde manevi tazminata hükmedilebilmektedir.
Söz konusu tazminatların hesaplanmasında iş kazası tarihi ile muhtemel ölüm tarihine kadar olan zaman içerisinde işçinin iş kazası sebebi ile elde edemediği kâr dikkate alınmaktadır. Bununla birlikte işçinin net geliri, iş görebilirlik süresi (tahmini çalışma süresi), işveren ve işçinin kusur oranları gibi hususlar da dikkate alınmaktadır.
E. ASIL İŞVEREN- ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA İŞ KAZASINDAN DOĞAN HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK
Alt işverenlik kurumu, İş Kanunu’nun 2. Maddesi, Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin (“Yönetmelik”) 3/a maddesi kapsamında ele alınmış olup, Yönetmelik’in 4. maddesi kapsamında alt işverenlik müessesinin kurulabilmesi için var olması gereken koşullar sayılmıştır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları kapsamında işbu husus değerlendirilirken kanun kapsamında dikkat edilmesi gereken hususlar somut olay bakımından ayrı ayrı ele alınmaktadır.
Aşağıda aktarılan Yargıtay kararında alt işveren sorumluluğu ve bu sorumluluğun unsurları detaylı bir şekilde açıklanmıştır:
“Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun 2.maddesinin 6.fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı sebebiyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu sebeple meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler.
Alt işverenden söz edebilmek ve asıl işvereni, aracının borçlarından sorumlu tutabilmek için bir takım zorunlu unsurlar bulunmaktadır.
a-) İşyerinde işçi çalıştıran bir asıl işveren bulunmalıdır. Sigortalı çalıştırmayan “işveren” sıfatını kazanamayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlar da aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk doğmayacaktır.
b-) Bir başka işveren, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine dair bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde iş almalı ve sigortalı çalıştırmalıdır.
c-) İşverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş sebebiyle sigortalı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması aranacaktır. Bu kişinin diğer bir takım işyerlerinde çalıştırdığı sigortalılar sebebiyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi bulunmamaktadır.
d-) İşverenden alınan iş, işverenin sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte olmamalıdır, aksi halde iş alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde bulunacaktır.
e-) İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, iş anahtar teslimi verildiğinde veya işveren kendisi sigortalı çalıştırmaksızın işi bölerek ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi (ihale makamı) Kanun’un tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt-üst işveren ilişkisi bulunmayacaktır.
f-) Alt işverenin aldığı iş, işverenin asıl işinin bölüm ve eklentilerindeki işin bir kesimi yada yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Asıl işverenden alınan iş, onun sigortalı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa, işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, alt işverenden söz etme olanağı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.1995 gün ve 1995/9-273-548 Sayılı kararı da aynı yöndedir.)”
Yerleşik Yargıtay içtihatlarında da yer verildiği üzere kanuni kriterlerin sağlanması ile birlikte yapılan iş ana işin bütünleyici / yardımcı işi olması noktasında toplanmaktadır. Ana işin yardımcı ya da bütünleyici işi olmayan iş ilişkisinin alt işverenlik ilişkisi olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı işbu kapsamda iki ayrı işverenin olacağı belirtilmiştir. İki ayrı işverenin mevcut olması durumunda ise her işverenin çalıştırmakta olduğu işçiler bakımından ayrı ayrı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması gerektiğini belirtmek gerekmektedir.
Bir iş ilişkisinin alt işverenlik ilişkisi kapsamında değerlendirilmesi ve yukarıda sayılmış olan kriterlerin sağlamış olması durumunda ise; kanun koyucu tarafından alt işveren ve asıl işveren arasında müteselsil sorumluluk esası şart koşulmuştur. Müteselsil sorumluluk kurumuna kanun kapsamında yer verilmesindeki en büyük amaç alt işverenin işçilerinin de asıl işverenin işçileri kadar korunmasıdır. Müteselsil sorumluluk sebebi ile işçi hem asıl işverene hem de alt işverene başvurabilme hakkına sahiptir.
İş ilişkisinin yukarıda sayılmış olan şartları taşıması başka bir söylem ile alt işverenlik ilişkisinin tesis edilmiş olması durumunda işverenin, İSGK’nın 4. maddesi kapsamında sayılmış olan işçilerin iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini alma hususunda sorumluluğu doğmaktadır.
F. İŞVERENLER ARASINDA AKDEDİLEN SORUMLULUĞA İLİŞKİN ANLAŞMALAR
Uygulamada asıl işveren ve alt işveren arasında akdedilen hizmet sözleşmelerinde söz konusu ilişkinin alt işverenlik ilişkisi olarak değerlendirilemeyeceği ya da alt işverenin işçileri için tek ve sorumlu işveren olduğu ve asıl işverenin alt işverenin işçilerinin taleplerinden sorumlu tutulamayacağına sıkça rastlanmaktadır. Asıl işveren ve alt işveren arasında kararlaştırılan söz konusu hükümler hak sahipleri ya da işçiler bakımından hüküm ifade etmemektedir. Başka bir söylem ile ortaya çıkan borç ve alacak ilişkisi yalnızca sözleşme taraflarını ilgilendirmektedir.
“Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları bağlamaz.”
Yerleşik Yargıtay içtihatları ile de hükmedildiği üzere alt işveren ve asıl işveren aralarında akdetmiş oldukları sözleşme kapsamında sorumluluğa ilişkin düzenleme yapabilseler de bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi dahil üçüncü kişilerin tazminat talepleri açısından uygulanamayacaktır.
Diğer ele alınması gereken husus ise alt işverenlik ilişkisi kapsamında cezai sorumluluk halleridir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca ceza sorumluluğu şahsi olup kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. Bir iş kazasının vuku bulmasında hangi işveren sorumlu ise kural olarak ceza sorumluluğunun bahsi geçen işverene yönlendirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ölümlü bir iş kazasının mevcudiyeti halinde alt işverenin sorumluluğunda olan işçinin cezai sorumluluğu asıl işverene yönlendirilemeyecektir.
G. SONUÇ
Hayatın olağan akışı içerisinde meydana gelmiş olan kazanın iş kazası olarak nitelendirilebilmesi için; kazaya uğrayanın sigortalı olması, kazalının hemen veya sonradan bedenen veya ruhen zarara uğramış olması, sigortalının yer ve zaman itibariyle SSGSSK’nın 13. maddesi kapsamında sayılan hususlardan birine göre kazaya uğraması ve kazada nedensellik başka bir söylemle illiyet bağının bulunması şartlarının bir arada mevcut olması gerekmektedir. İlliyet bağı kriteri bilhassa sorumluluk hukuku açısından önem arz etmektedir.
Alt işverenlik müessesi, İş Kanunu’nun 2. maddesi ve Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin 3. maddesi kapsamında ele alınmıştır. Alt işveren ve asıl işveren arasında müteselsil sorumluluk esasını şart koşulmuş olup, müteselsil /birlikte sorumluluk kurumuna kanun kapsamında yer verilmesindeki en büyük amaç alt işverenin işçilerinin de asıl işverenin işçileri kadar korunmasıdır.
Uygulamada asıl işveren ve alt işveren arasında akdedilen hizmet sözleşmelerinde söz konusu ilişkinin alt işverenlik ilişkisi olarak değerlendirilemeyeceği ya da alt işverenin işçileri için tek ve sorumlu işveren olduğu ve asıl işverenin alt işverenin işçilerinin taleplerinden sorumlu tutulamayacağına sıkça rastlanmakta ise de sözleşmelerin nisbiliği ilkesi gereğince işçi veya hak sahiplerinin başvuru hakkını sınırlandırmayacaktır. Cezai sorumluluk açısından durum hukuki sorumluluğa göre farklı olup iş kazasının vuku bulmasında hangi işveren sorumlu ise kural olarak ceza sorumluluğunun bahsi geçen işverene yönlendirilmesi gerektiği açıktır.