GİRİŞ
21. yüzyılda küresel ısınmanın en belirgin etkilerinden biri, Arktik bölgesindeki buzulların hızla erimesidir. Arktik Okyanusu, tarih boyunca yılın büyük bir kısmında kalın buz tabakasıyla kaplı olduğu için ekonomik ve askeri faaliyetlere büyük ölçüde kapalı kalmış; ancak 2000’li yıllardan itibaren buz örtüsündeki gerileme, bölgenin stratejik ve ekonomik önemini kayda değer biçimde artırmıştır.
Bu gelişme yalnızca çevresel bir olgu olmayıp, aynı zamanda hukuki ve jeopolitik açıdan da önemli bir kırılma noktası teşkil etmektedir. Arktik Rotası’nın erişilebilir hâle gelmesi, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (“BMDHS” ve/veya “Sözleşme”) deniz yetki alanları kavramlarının yeniden yorumlanmasını gerektirmiştir. Kıyıdaş devletler, kıta sahanlığı sınırlarını genişletmek ve hidrokarbon kaynaklarına erişim sağlamak amacıyla artan oranda çakışan taleplerde bulunmakta; bu durum uluslararası hukuk ve jeopolitik dengeler üzerinde doğrudan etki yaratmaktadır.
Bu makalede, Arktik Rotası’nın açılmasının yol açtığı deniz uyuşmazlıkları, kıta sahanlığı iddiaları ve çevresel yükümlülükler bağlamında hukuki bir perspektifle ele alınmaktadır.
A. ARKTİK ROTASI VE STRATEJİK ÖNEMİ
Arktik Rotası, esas olarak iki güzergâhtan oluşmaktadır: Kuzey Deniz Rotası (“KNR”) ve Kuzeybatı Geçidi (“KBG”). KNR, Rusya’nın kuzey kıyılarını izleyerek Avrupa ile Asya arasındaki deniz mesafesini Süveyş Kanalı’na kıyasla yaklaşık %40 oranında kısaltmaktadır. KBG ise Kanada Takımadaları arasında Atlantik ve Pasifik Okyanuslarını birbirine bağlamaktadır.
Bu güzergâhların açılması yalnızca deniz taşımacılığı açısından değil, enerji güvenliği ve askerî strateji bağlamında da yeni bir dönemi başlatmaktadır. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu (“USGS”) verilerine göre Arktik’te yaklaşık 90 milyar varil petrol, 47 trilyon metreküp doğal gaz ve 44 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi bulunmaktadır; bunların büyük kısmı açık deniz alanlarında yer almakta ve bölgeyi küresel enerji güvenliği açısından stratejik bir merkez hâline getirmektedir.
Ulusal strateji belgeleri, Arktik’in jeopolitik önemini açıkça ortaya koymaktadır. Rusya, 2008 ve 2013 strateji belgelerinde Arktik’i “ulusal çıkarların çekirdek alanı” olarak tanımlamış; ABD ve Kanada ise 2009 tarihli Arctic Policy Directive ile bölgede enerji güvenliği ve ulusal güvenlik önceliklerini belirlemiştir. Bu durum, Arktik’in giderek askerîleştirilen bir alan hâline geldiğini ve uluslararası rekabetin yoğunlaştığını göstermektedir.
B. KITA SAHANLIĞININ DOĞAL UZANTISI KAVRAMININ BİLİMSEL VE HUKUKİ SINIRLARI
BMDHS, kıyı devletlerine kara alanlarının deniz altındaki doğal devamı üzerinde araştırma ve işletme hakları tanımaktadır. BMDHS’nin 77. maddesinde yer alan bu haklar, deniz yatağı ve toprak altındaki doğal kaynaklar üzerinde münhasır yetki kullanımını içerir ve devletlerin uluslararası hukuk çerçevesinde haklarını güvence altına almaktadır.
BMDHS, kıta sahanlığının tanımını ve sınırlandırılmasını netleştirerek, 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin deniz alanları kaynaklı anlaşmazlıklarda ortaya çıkan yetersizliklerini gidermiştir. BMDHS madde 76/1 uyarınca, “sahildar bir devletin kıta sahanlığı, karasularının ötesinde kıta kenarının dış eşiğine kadar veya bu eşik daha kısa mesafede ise, esas hatlardan itibaren 200 deniz mili uzaklığa kadar olan kısımda, bu devletin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altlarını içerir.” Bu tanımda, derinlik kriteri yerine uzunluk kriteri esas alınmış ve kıta sahanlığının dayanağı olarak “doğal uzantı” kavramı benimsenmiştir.
BMDHS, kıta sahanlığının dış sınırını belirlerken farklı coğrafi koşulları da dikkate almaktadır. Örneğin, kıta sahanlığı 200 milden az olan devletler, 200 mile kadar deniz tabanını tamamlayabilirken, daha geniş kıta sahanlığına sahip devletler için bu alan esas hattan itibaren en fazla 350 mil ile sınırlandırılmıştır; bu mesafe ötesinde ise açık deniz başlamaktadır.
Kıyı devletlerinin kıta sahanlığı sınırlarını belirlerken karşı karşıya veya bitişik devletlerle hakkaniyete uygun biçimde ve uluslararası hukuka uygun anlaşmalar yoluyla müzakere etmesi öngörülmektedir. Anlaşma sağlanamazsa, BMDHS’nin 83. maddesi uyarınca sınırlandırma doğal uzantı ve eşit uzaklık ilkeleri temelinde yapılmaktadır. Kıta sahanlığı sınırlandırmalarında anlaşmazlıklara yol açan başlıca unsurlardan biri, kıyıya yakın adaların statüsüdür. Sözleşme’nin 121. maddesi kapsamında, üzerinde yerleşim bulunan ve ekonomik yaşam sürdüren adalara, diğer kara parçaları gibi kıta sahanlığı hakkı tanınmaktadır.
Hukuki süreçte, Kıta Sahanlığı Sınırları Komisyonu (“CLCS”), devletlerin sunduğu bilimsel verileri inceleyerek kıta sahanlığının dış sınırlarını tavsiye niteliğinde belirlemekte ve uluslararası hukukta ihtilafların çözümüne katkı sağlamaktadır. CLCS’in tavsiyeleri bilimsel kriterlere dayansa da, nihai hukuki yetki uluslararası mahkemelere veya devletler arası müzakerelere bırakılmıştır. Arktik gibi karmaşık jeolojik yapılarda, farklı devletlerin çakışan talepleri bilimsel doğrulama ve hukuki koordinasyonun önemini artırmaktadır.
Arktik özelinde, iklim değişikliğinin eriyen buzullar üzerindeki etkileri kıta sahanlığı kavramını daha güncel ve somut bir bağlama taşımaktadır. Arktik bölgesinde buzulların geri çekilmesi, yeni deniz yolları ve denizaltı kaynaklarına erişim olanağı sunmakta, bu da kıyı devletlerinin doğal uzantı ve kıta sahanlığı haklarının kullanımını kritik hâle getirmektedir. Kıyı devletleri, ulusal düzenlemeler ve uluslararası hukuki çerçeve kapsamında Arktik deniz tabanındaki kaynakları araştırma ve işletme yetkisini kullanırken, BMDHS uyarınca CLCS süreçlerine uygun hareket etmektedir.
BMDHS, kıyı devletine kıta sahanlığında egemenlik hakkı tanımamakla birlikte, araştırma ve doğal kaynakları işletme gibi egemen hakları kullanma yetkisi vermektedir. Ayrıca kıyı devleti, kıta sahanlığında makul önlemler alma ve suni adalar, tesisler ve yapılar inşa etme yetkilerine sahiptir. Bu yetkiler, kıyı devletinin haklarını kullanmaması hâlinde diğer devletlerin de kıta sahanlığını kullanabilmesini önleyerek uluslararası hukukta kaynak kullanımının düzenlenmesini sağlamaktadır.
Sonuç olarak, kıta sahanlığının doğal uzantısı kavramı, bilimsel verilerle desteklenen ve BMDHS’nin öngördüğü hukuki mekanizmalarla doğrulanan bir çerçevede ele alınmalıdır. Kıyı devletlerinin hak ve yetkilerinin korunması, sınırlandırma süreçlerindeki hukuki belirsizliklerin en aza indirilmesi ve devletler arası ihtilafların önlenmesi, deniz kaynaklarının adil ve sürdürülebilir kullanımını temin etmek açısından kritik öneme sahiptir. Arktik örneğinde görüldüğü üzere, iklim değişikliği ve buzulların geri çekilmesi, kıta sahanlığının doğal uzantısı kavramının güncel ve dinamik boyutunu ortaya koymaktadır.
C. KITA SAHANLIĞI SINIRLARI KOMİSYONU KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI SORUNU
BMDHS’nin 76. maddesi uyarınca kurulan CLCS, kıyı devletlerinin 200 deniz milinin ötesine ilişkin kıta sahanlığı taleplerini bilimsel ve teknik açıdan inceleyerek önerilerde bulunan bir organdır. Komisyonun üyeleri, jeoloji, jeofizik ve hidrografi alanlarında uzman kişiler arasından seçilmekte olup; faaliyetleri tavsiye niteliği taşımaktadır.
Ancak, Komisyon’un öneri niteliğindeki kararlarının bağlayıcı olmaması, uluslararası deniz hukukunda önemli bir hukuki boşluk yaratmaktadır. BMDHS’nin 76/8. maddesi uyarınca yalnızca Komisyon’un önerisi doğrultusunda belirlenen sınırlar kesin ve bağlayıcı kabul edilmektedir. Buna karşın, kıyı devletinin Komisyon’un tavsiyelerine aykırı biçimde belirlediği sınırlar, uluslararası toplum açısından herhangi bir hukuki geçerlilik taşımamaktadır.
Bu durum, özellikle Arktik bölgesi gibi deniz tabanı egemenlik iddialarının çakıştığı alanlarda ciddi sorunlara yol açmaktadır. Rusya, Kanada ve Danimarka’nın Arktik Okyanusu’nda örtüşen talepleri, CLCS’nin kararlarının bağlayıcılıktan yoksun oluşu nedeniyle çözümsüz kalmakta; devletler, taleplerini fiilî egemenlik uygulamaları yoluyla pekiştirmeye yönelmektedir. Böylelikle, Komisyon’un sınırlı yetkisi, uluslararası hukukta yeknesaklık ve öngörülebilirlik ilkelerini zedelemekte; kıta sahanlığı uyuşmazlıklarının barışçıl çözümünü güçleştirmektedir.
Sonuç olarak, CLCS’nin tavsiye niteliğindeki kararlarının mevcut statüsü, deniz hukukunun etkinliğini azaltmakta ve deniz tabanı kaynaklarına ilişkin egemenlik temelli rekabeti artırmaktadır. Bu nedenle, kıta sahanlığı sınırlandırılmasına ilişkin süreçlerde Komisyon kararlarının hukuki bağlayıcılığının güçlendirilmesi ve bu doğrultuda uluslararası denetim mekanizmalarının geliştirilmesi, deniz hukukunun istikrarı açısından zorunluluk arz etmektedir.
D. ULUSLARARASI BOĞAZ STATÜSÜ VE KUZEYBATI GEÇİDİ’NİN HUKUKİ NİTELİĞİ
Arktik bölgesinde en tartışmalı hukuki konulardan biri, uluslararası boğazlardan transit geçiş hakkının Kuzeybatı Geçidi ve Kuzey Deniz Rotası’na uygulanabilirliğidir. Kuzeybatı Geçidi, Kanada’nın kuzey takımadaları arasında uzanan ve Atlantik ile Pasifik’i bağlayan stratejik bir deniz yoludur; Kuzey Deniz Rotası ise Rusya’nın kuzey kıyıları boyunca uzanır ve her iki rota da Avrupa ile Asya arasındaki deniz yolculuklarını kısaltma potansiyeline sahiptir. Ancak yoğun buz ve zorlu hava koşulları nedeniyle hâlen tehlikeli sayılmaktadır.
Kanada ve Rusya, bu rotaların iç sular olduğunu ve yabancı gemilerin geçişinin izin ve düzenlemelere bağlı olması gerektiğini savunmaktadır. Kanada, Kuzeybatı Geçidi’ni 1985’te belirlediği düz temel hatlar ve İnuit halkının tarihî kullanımı gerekçesiyle iç sular olarak tanımlamaktadır. Rusya da benzer şekilde Kuzey Deniz Rotası’nın bazı bölümlerini iç sular olarak görmektedir.
ABD ise, her iki rotanın da uluslararası boğaz statüsünde olduğunu, bu nedenle transit geçiş hakkının engellenemeyeceğini ileri sürmektedir. Bu görüş, Uluslararası Adalet Divanı’nın Korfu Kanalı Kararı ile desteklenir; karar, bir boğazın iki açık denizi birbirine bağlaması ve seyrüsefere uygun olması durumunda uluslararası sayılacağını kabul etmektedir. Buzulların erimesiyle Kuzeybatı Geçidi’ndeki gemi trafiği artmış ve geçit uluslararası seyrüsefer için giderek daha “yararlı bir rota” hâline gelmiştir.
Taraflar, uyuşmazlığın BMDHS çerçevesinde çözülmesi gerektiği konusunda hemfikirdir, ancak sözleşmenin yorumlanması noktasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu durum, Arktik’te egemenlik ile seyrüsefer serbestliği arasındaki dengenin yeniden değerlendirilmesini gerektiren, deniz hukuku açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.
E. RUSYA’NIN KUZEY DENİZ ROTASI’NDA ÖN İZİN ŞARTI VE DENİZ SERBESTİSİ İLKESİ
Rusya, Kuzey Deniz Rotası’nda yabancı gemilerin seyrüseferi için ön izin ve pilotaj zorunluluğu getirmiştir. Rusya, bu uygulamayı çevresel güvenlik ve deniz trafiğinin kontrolü gerekçesiyle savunmakta; ancak bu durum, BMDHS’de güvence altına alınan denizlerin serbest kullanımı ilkesini sınırlamaktadır.
BMDHS Madde 87 uyarınca, yüksek denizler ve uluslararası geçiş yolları tüm devletlerin masum amaçlarla serbestçe kullanabileceği alanlardır. Ön izin ve pilotaj zorunluluğu, bu serbest geçiş hakkını kısıtlamakta ve kıyı devletinin egemenlik güvenliği ile uluslararası deniz hukukunun temel ilkeleri arasında bir uyuşmazlık yaratmaktadır.
F. DEVLETLERİN ÇEVRESEL ÖZEN BORCU VE İKLİM KAYNAKLI ZARARLARDAN DOĞAN SORUMLULUKLARI
Arktik bölgesinde iklim değişikliği ve buzulların hızlı erimesi, deniz ve ekonomik faaliyetlerin yoğunlaşmasına yol açmakta; Kuzey Deniz Rotası başta olmak üzere yeni deniz yolları kullanımda artmaktadır. Bu durum, yalnızca kıyı devletlerinin egemenlik haklarını değil, aynı zamanda sınır ötesi çevresel etkileri de kapsamaktadır. Artan teknolojik faaliyetler, özellikle petrol ve gaz çıkarımı ile büyük ölçekli deniz taşımacılığı, çevresel riskleri ve olası kazaları çoğaltmakta; bu nedenle devletlerin çevresel özen borcu ve deniz çevresini koruma yükümlülüğü önemli ölçüde artmaktadır.
Devletler, faaliyetlerinin petrol sızıntıları, deniz kazaları veya iklim kaynaklı zararlar doğurmamasını sağlamakla yükümlüdür; aksi hâlde nesnel sorumluluk ilkeleri ve uluslararası çevre hukuku çerçevesinde sorumluluk doğar. Arktik’te ortaya çıkan yeni deniz uyuşmazlıkları, kıta sahanlığı sınırları, deniz yolu geçiş hakları ve çevresel zararların sınır ötesi etkileri üzerinden şekillenmektedir. Bu bağlamda devletler, faaliyetlerini hem egemen haklarını hem de sınır ötesi çevresel etkileri gözeterek, BMDHS’nin 192–201. maddelerinde düzenlenen hükümler uyarınca yürütmek zorundadır. Uluslararası iş birliği, acil müdahale planları, bilimsel araştırma ve veri paylaşımı, bu yükümlülüğün uygulanmasında temel araçlar olarak öne çıkmaktadır.
G. ARKTİK UYUŞMAZLIKLARINDA ZORUNLU UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM YOLLARI
BMDHS madde 287 uyarınca, Arktik bölgesinde taraf devletler arasında ortaya çıkan deniz yetki alanı uyuşmazlıkları, zorunlu çözüm yollarına başvurularak çözümlenebilir. Bu kapsamda, taraf devletler, Uluslararası Adalet Divanı (“ICJ”), Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (“ITLOS”) veya BMDHS Ek VII uyarınca oluşturulan tahkim mahkemelerine başvurma hakkına sahiptir.
Bununla birlikte, Arktik’te devletler sıklıkla diplomatik yolları ve ikili müzakereleri tercih etmektedir; görüşmeler, dostça girişim, arabuluculuk, uzlaştırma, araştırma ve soruşturma gibi yöntemler, BMDHS ve Birleşmiş Milletler Anlaşması Madde 33 çerçevesinde barışçıl çözüm yolları olarak öngörülmüştür.
Ancak zorunlu çözüm yollarının işletilmesi, Arktik’te hukukun üstünlüğünün sağlanması ve deniz yetki alanlarına ilişkin egemenlik iddialarının uluslararası hukuk çerçevesinde denetlenmesi açısından kritik öneme sahiptir. Özellikle Kuzey Deniz Rotası ve kıta sahanlığı ile ilgili çakışan taleplerin varlığında, ICJ, ITLOS veya tahkim mekanizmalarının devreye girmesi, ihtilafların barışçıl ve adil bir şekilde çözülmesini temin edebilmektedir.
H. ARCTIC SUNRISE KARARI VE DEVLET BAĞIŞIKLIĞI
Artic Sunrise Kararı, Hollanda bayraklı bir geminin Arktik bölgesinde Rus yetkililer tarafından durdurulması üzerine Uluslararası Adalet Divanı’nda ele alınmıştır. Karar, devletlerin egemenlik bağışıklığının mutlak olmadığını ortaya koymaktadır. Özellikle çevresel zararların söz konusu olduğu durumlarda, devletler uluslararası sularda veya başka bir devletin egemenlik alanında gerçekleştirdikleri eylemler nedeniyle uluslararası hukuk çerçevesinde sorumluluktan kaçınamazlar. Bu bağlamda, devletlerin bağışıklık iddiaları, çevresel ihlaller gibi durumlarda sınırsız bir koruma sağlamamaktadır.
I. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
21. yüzyılda Arktik bölgesinde gözlemlenen iklim değişikliği, yalnızca çevresel bir olgu olmanın ötesinde, uluslararası deniz hukukunun işleyişini doğrudan etkileyen stratejik ve hukuki bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Buzulların geri çekilmesiyle açığa çıkan Arktik Rotası, kıyı devletlerinin kıta sahanlığı taleplerini, enerji ve deniz taşımacılığı güvenliğini ve çevresel sorumluluklarını kritik bir biçimde yeniden değerlendirmelerini zorunlu kılmıştır.
Kıta sahanlığı kavramının doğal uzantı temelli sınırlandırılması, CLCS’nin tavsiye kararlarının bağlayıcı olmaması ve devletler arası çakışan talepler, Arktik’teki deniz uyuşmazlıklarının çözümünü güçleştirmektedir. Kuzeybatı Geçidi ve Kuzey Deniz Rotası’na ilişkin transit geçiş tartışmaları, kıyı devletlerinin egemenlik hakları ile uluslararası denizlerin serbest kullanımı ilkesi arasındaki hassas dengeyi ortaya koymaktadır.
Bunun yanı sıra, Arktik’te artan ekonomik faaliyetler ve deniz trafiği, devletlerin çevresel özen borcunu ve iklim kaynaklı zararlar karşısındaki sorumluluklarını ön plana çıkarmaktadır. Uluslararası hukuk, yalnızca egemenlik iddialarını değil, aynı zamanda bu iddiaların çevresel ve sınır ötesi etkilerini de denetleyerek sürdürülebilir ve barışçıl kullanımın temin edilmesini amaçlamaktadır.
Sonuç olarak, Arktik’teki yeni deniz uyuşmazlıklarının etkin ve adil bir biçimde çözümü, uluslararası iş birliği, bilimsel veri temelli sınırlandırmalar ve zorunlu uyuşmazlık çözüm mekanizmalarının etkin işletilmesi ile mümkün olabilecektir. Arktik’in geleceği, hukukun üstünlüğü, çevresel sürdürülebilirlik ve çok taraflı koordinasyon ilkeleri çerçevesinde şekillenecek olup, aksi hâlde bölge, yeni jeopolitik rekabet ve hukuki belirsizlikler için elverişli bir alan olarak kalacaktır.
Kaynakça:
- Basaran, H. (2015). Lomonosov Sırtı Anlaşmazlığı ve Uluslararası Hukuk.
- Kanat, S., Kılınç, S., & Gürkaynak, M. (2022). Arktika bölgesindeki uluslararası anlaşmazlıklar ve küresel ısınmanın bunlara etkileri. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 17(3), 837–861. https://doi.org/10.17153/oguiibf.1144859
- Yıldız, B., & Çelik, M. (2019). Arktika’da enerji politikaları ve jeopolitik rekabet. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 16(63).
- Singil, N. (2020). Kıta sahanlığının sınırlandırılmasında orantılılık ilkesinin rolü.
- Tepealtı, F. (2022). Kıta sahanlığı: Teori ve uygulama boyutu bağlamında bir değerlendirme. International Journal of Geography and Geography Education (IGGE), 45, 174–196. https://doi.org/10.32003/igge.1014953
- Akbulak, Y. (2024, Ocak 29). Kıta sahanlığı ve Sessiz Okyanus ortak alanlarının ele geçirilmesi üzerine. LEGAL Blog. https://legal.com.tr/blog/ekonomi/kita-sahanligi-ve-sessiz-okyanus-ortak-alanlarinin-ele-gecirilmesi-uzerine/
- Yavan, S. (2025). Arktik bölgesinin jeopolitik-ekonomik öneminin küresel iklim değişikliği perspektifinden değerlendirilmesi. Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, 17(32), 359–377. https://doi.org/10.20990/kilisiibfakademik.1621714
- Tutak, E. (2022). Uluslararası deniz hukukunda deniz uyuşmazlıklarının çözümüne ilişkin en etkin başvuru yolunun bulanık AHP yaklaşımıyla belirlenmesi. Paradigma: İktisadi ve İdari Araştırmalar Dergisi, 11(1), 1–20. https://doi.org/10.46763/piaad.2022110101










