GİRİŞ
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (“TMSF”); tasarruf sahiplerinin haklarını yolsuzluk ve usulsüzlüklerden korumak amacıyla kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve mali özerkliğe sahip bir kuruluştur.
Bilindiği üzere 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (“CMK”) Şirket Yönetimi İçin Kayyım Tayini’ni düzenleyen 133. maddesi uyarınca, hâkim veya mahkemeler tarafından, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan şirketlere kayyım ataması yapılmıştır. Bununla birlikte, 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (“KHK”) ile kayyım atanan/atanacak olan söz konusu şirketlerdeki kayyımların görev ve yetkileri TMSF’ye devredilmiş, sonrasında 674 sayılı KHK, 24.11.2016 tarih ve 6758 sayılı Kanun ile kanunlaştırılmıştır. İlerleyen süreçte; kayyımlık görevi TMSF’ye devredilen veya kayyım olarak TMSF’nin atandığı şirketler ve varlıklar ile ilgili ek düzenlemeler yapılmış ve “10.11.2016 Tarihli 6758 Sayılı Kanun’un 19. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar” yayımlanmıştır. TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin faaliyetlerinin ticari teamüllere uygun olarak, basiretli bir tüccar gibi yönetilmesi ve söz konusu şirketlerin milli ekonomiye olan katkısının devam ettirilmesi TMSF’nin birincil amacı ve görevi olup aynı zamanda hukuki yükümlülüğüdür.
TMSF’nin kamu tüzel kişiliğini haiz bir idari makam olması ancak kayyımlık görevi kapsamında yönettiği şirketlerin özel hukuk ilişkilerinden doğan hukuki uyuşmazlıklarda da taraf haline gelebilmesi bu tür uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin tespiti konusunda farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bilindiği üzere hukuk sistemimizde görev, bir davaya hangi mahkemenin bakacağına ilişkin usul hukuku kuralı olup kamu düzenindendir ve TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlere ilişkin davalarda idari yargının mı yoksa adli yargının mı görevli olduğunu tespit etmek önem arz etmektedir. Bu makalede, TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlere ilişkin davalarda görev hususundaki farklı görüşler detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
A. İDARİ YARGI YOLU BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME
Bir işlemin idari işlem olarak değerlendirilebilmesi için idari işlemin yetki, şekil, sebep, konu ve amaç unsurlarının birlikte değerlendirilmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla idare tarafından verilen bir kararın bu unsurları birlikte barındırması halinde idari bir işlemden söz edilebilecek olup bu işlemin iptali için idari yargıda görevli olan İdare Mahkemeleri nezdinde idari işlemin iptali davası ikame edilebilecektir.
İdari işlem niteliğinde bulunan tek yanlı icrai kararlara yönelik açılacak dava türü 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (“İYUK”)’nun 12. maddesi uyarınca iptal davasıdır. Bu kapsamda İYUK’un 2. maddesi uyarınca idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından iptal davaları açılması mümkün olabilecektir.
Mevzuat hükümleri incelendiğinde İYUK’un “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde mevcut;
“İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.”
hükmü gereğince idari işlemin iptali veya kaldırılması amacıyla dava açılmadan önce idari işlemi tesis eden makamın üst makamına veya üst makamı yoksa işlemi yapmış olan makamın kendisine başvurulması hak ve imkanı bulunmaktadır.
Bu hak ve imkân uyarınca, Bankacılık Kanunu’nun 111. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında yer alan;
“Bu Kanun ve ilgili diğer mevzuat ile verilen yetkiler çerçevesinde tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla, mevduatın ve katılım fonlarının sigorta edilmesi, Fon bankalarının yönetilmesi, malî bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması, devri, birleştirilmesi, satışı, tasfiyesi, Fon alacaklarının takip ve tahsili işlemlerinin yürütülmesi ve sonuçlandırılması, Fon varlık ve kaynaklarının idare edilmesi ve Kanunla verilen diğer görevlerin ifası için kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve malî özerkliğe sahip Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kurulmuştur,
Fon görevini yaparken bağımsızdır. Fonun kararları yerindelik denetimine tâbi tutulamaz. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Fon Kurulunun kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez.”
şeklinde düzenlemeler gereği herhangi bir üst kuruma bağlı olmayan, tüzel kişiliği haiz, idari ve mali özerkliğe sahip olan TMSF’nin kendisine yapılan başvuru sonuç vermediği takdirde TMSF’nin herhangi bir denetime tabi tutulamayan söz konusu kararının hukuka aykırılığı ancak İdari İşlem’in iptali ve yürütmesinin durdurulması talebiyle idari yargıda ikame edilecek olan iptal davası yoluyla iddia edilebilecektir.
Dolayısıyla TMSF kayyımlık görevini yürürken her ne kadar özel hukuk tüzel kişisi olan bir şirketin yönetimini sağlamakta ise de bazı kararları ve uygulamaları yönünden bir kamu kurumu olmasından kaynaklı olarak tek yanlı işlem tesis edebilmektedir. Her ne kadar kayyım sıfatıyla hareket eden TMSF tarafından gerçekleştirilen iş ve işlemlerin idari işlem niteliğinde olmadığı, bu iş ve işlemler gerçekleştirilirken kamu yararı değil ticari teamül ve şartların gerekliliğinin esas alındığı düşünülebilecekse de TMSF’nin kayyım olarak atanması dahi tek başına esasen kamu yararı gözetildiği için gerçekleştirilen bir işlemdir. Zira TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketler açısından esas görevi bu şirketlerin ortakları ile alacaklılarının mağdur olmasının önüne geçilerek kamuda oluşabilecek potansiyel bir zararı engellemektir.
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 26.02.2018 Tarih, 2018/106 E. ve 2018/107 K. sayılı kararı incelendiğinde;
“…İdare hukuku kuralları içinde kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade beyanıyla tesis edilen idari işlemler, idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar sebebiyle açılan davaların görüm ve çözümü İdari Yargının görev alanında bulunmaktadır…”
ifadesi görülmekte olup TMSF’nin kayyımı olduğu şirketlerle ilgi gerçekleştirdiği; idari işlemin yetki, sebep, konu, şekil ve amaç unsurlarının tamamını taşıyan, tek taraflı ve icra edilebilir işlemlerin idari işlem olduğu kabul edilmeli ve bu uyuşmazlıkların çözümünde idari yargı görevli olmalıdır.
B. ADLİ YARGI YOLU BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME
TMSF tarafından; kayyım olarak atandığı şirketlerin faaliyetlerinin ticari teamüllere uygun ve basiretli bir tacir gibi yönetilmesi, söz konusu şirketlerin milli ekonomiye olan katkısının devam ettirilmesi hedefi doğrultusunda kayyımlık faaliyetleri yürütülmektedir.
İdarî yargı mercilerinde yargısal denetimi yapılarak çözümlenecek uyuşmazlıklarda, öncelikle davaya konu işlemin idarî bir işlem olup olmadığı hususunun ortaya konulması gerekmektedir. İdarî makamlar tarafından tesis edilmiş olsa bile, özel hukuk hükümlerine tâbi olan işlem ve sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde adlî yargı mercileri görevli olmaktadır.
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu (“TMK”)’nun 403. maddesinin ikinci fıkrasında kayyımın belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için atanacağı kurala bağlanmıştır. Bir tüzel kişinin gerekli organlardan yoksun kalmış olması ve yönetiminin başka yoldan sağlanamaması halinde vesayet makamı tarafından yönetim kayyımı atanacağı TMK’nın 427. maddesinde belirtilmiştir. TMK’nın “Malvarlığının Yönetimi” başlıklı 460. maddesinde ise ‘Kayyım bir malvarlığının yönetimi ve gözetimi ile görevlendirilmiş ise, yalnız o malvarlığının yönetim ve korunması için gerekli olan işleri yapabilir. Kayyımın, bunun dışındaki işleri yapabilmesi, temsil olunanın vereceği özel yetkiye, temsil olunan bu yetkiyi verecek durumda değilse vesayet makamının iznine bağlıdır.‘ hükmü yer almaktadır.
Yönetim kayyımının olağan yönetim işlerini yapabilmesi, temsil olunanın vereceği özel bir yetkiye bağlı olmadığı gibi vesayet makamının da iznine bağlı değildir. Olağan yönetim işlerine; alacakların tahsil edilmesini, borçların ödenmesini, mevcudun korunması için önlem alınmasını örnek olarak göstermek mümkündür. Kayyım, vesayet işleriyle görevlendirilmiş olan diğer kişiler gibi bu görevini yerine getirirken gereken özeni göstermekle yükümlüdür. Kayyımın görevini yerine getirirken kusurlu davranışıyla sebep olduğu zararlardan sorumlu olacağı TMK’nın 467. maddesinde belirtilmiş ve açılacak olan tazminat davalarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olacağı TMK’nın 469. maddesinde kurala bağlanmıştır.
Mevzuat değerlendirildiğinde CMK’nın 133. maddesi uyarınca suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddî gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabileceği, 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesi gereğince CMK’nın 133. maddesi uyarınca şirketlere kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak TMSF’nin atanacağı, Fon’un kayyımlık görevi ile satış veya tasfiye işlemlerinde 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile ilgili yetkilerini kıyasen uygulayabileceği, kayyımın işlemlerine karşı ilgililer tarafından görevli mahkemeye Türk Medeni Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurulabileceği şeklinde bir yorum yapılması da mümkündür.
Dolayısıyla kayyım sıfatıyla görev alan TMSF’nin ticari kural ve teamüllere dayanarak, kamu yararı gözetmeksizin ve tek yanlı olmaksızın gerçekleştirdiği işlemler idare hukuku ilkelerine göre değil ticaret hukuku ilkelerine göre değerlendirilecek ve uyuşmazlıklar adli yargıda görülecektir.
SONUÇ
TMSF’nin kayyım olarak atandığı şirketlerin taraf olacağı uyuşmazlıklarda yargı yolu belirlenirken; salt olarak TMSF’nin kamu tüzel kişiliğini haiz olmasından dolayı idari yargının görevli olacağını söylemek doğru olmadığı gibi TMSF’nin kayyımlık yetkilerini bir özel hukuk tüzel kişisi adına kullanmasından hareketle adli yargının görevli olacağını mutlak olarak söylemek de mümkün değildir.
Bu durumda TMSF’nin statüsünden ziyade uyuşmazlık konusu irdelenmeli ve TMSF tarafından alınan veya uygulanan karar; tek yanlı ve icra edilebilir bir işlem niteliğini taşıyor ve TMSF’nin kamu gücünü kullanmasından ileri geliyorsa idari işlem olarak kabul edilmeli ve uyuşmazlık idari yargıda çözümlenmelidir.
Keza kamu kurum ve kuruluşlarının her türlü işlemi doğrudan idare hukuku kapsamında değerlendirilemeyecek olup TMSF iş ve işlemleri gerçekleştirirken özel hukuk tüzel kişisi gibi hareket etmiş ve kamu gücünü kullanmamışsa bu kez uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi doğru olacaktır.