Aralık 21, 2023

Taşınmazların Arkeolojik Sit Alanı Olarak Tespiti Ve Tescili

Uzun yıllardır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Türkiye’de, arkeolojik sit alanı kavramı önemli bir yere sahiptir. Arkeolojik sit alanı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 658 sayılı 05.11.1999 tarihli ilke kararında (“İlke Kararı”) ve 13.03.2021 tarihli ve 28232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik’te (“Yönetmelik”) “insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlar” olarak tanımlanmıştır. Bu İlke Kararı’nda arkeolojik sit alanlarının koruma ve kullanma koşulları ele alınmış ve arkeolojik sit alanları taşıdıkları önem ve özelliklerine göre 3 (üç) gruba ayrılmıştır. Bu ayrım ile; arkeolojik sit alanlarında yapılaşmaya ne ölçüde izin verildiğinin sınırları belirlenmiştir.

Bu bağlamda belirtmek gerekir ki; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile koruma bölge kurulları kurulmuş ve bu kurullar ile yurt içinde bulunan korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarıyla ilgili görevlerin, bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak amaçlanmıştır. Nitekim 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun (“KTVKK”) 7. ve devamı hükümleri uyarınca korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinin Koruma Kurulları tarafından yürütüldüğü belirtilmiştir. İlgili Koruma Kurulları tarafından bir taşınmazın arkeolojik sit alanı olup olmadığını tespiti, KTVKK’nın 3. maddesinde tanımlanan ve 6. maddesinde açıklanan korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının yasal mevzuatlar çerçevesinde belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda gerçekleştirilmektedir.

Tespiti yapılan sit alanlarının tescil edilmesinde, Yönetmelik’in 6. maddesinde belirtilen koordinasyon süreçleri yürütülmektedir. Anılan madde hükmü kapsamında KTVKK’nın 7. maddesine atıf yapılmakta ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü veya ilgili Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından tespite konu olan alanla ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınacağı belirtilmektedir.

İlgili kurumların bu görüş talebine istinaden 45 (kırkbeş) gün içerisinde görüş vermesi gerekmektedir. Kaldı ki; bu sürenin sonunda ilgili kurumlarca görüş sunulmazsa Kültür ve Turizm Bakanlığı doğrudan çalışmalara müdahale ederek sürecin tamamlanmasını sağlamaktadır. Bu süreç esnasında tespiti yapılan alanlarda herhangi bir tahribat meydana gelmemesi adına; ilgili valilik, il özel idaresi, kaymakamlık, koruma bölge kurulu müdürlüğü ve/veya belediye tarafından önlemler alınmaktadır. Keza bu sürecin sonunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tespiti yapılanlar, koruma bölge kurullarınca değerlendirilerek tescil edilmektedir. Bu tescil kararı taşınmaz maliklerine tebliğ edilmekte ve tescil kararları tescillenen taşınmazın kadastral bilgileri ile birlikte, tapu siciline şerh düşülmek üzere ilgili tapu müdürlüğüne bildirilmektedir.

Neticeten, tüm bu süreçlerin sonunda hukuki statüsü etkilenen ilgililerin tespit ve tescil işlemlerine karşı 2577 sayılı İdari Usul Kanunu çerçevesinde idari dava açma yolu elbette ki açıktır. Ancak, tespit işleminin uygulamaya yönelik işlem statüsünde olması ve henüz icrai niteliğe sahip olmaması nedenlerinden dolayı İYUK çerçevesinde iptal davasına konu edilemeyeceği gerek Danıştay kararlarında gerek ise doktrinde kabul edilmektedir. Fakat, tescil işleminin, taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarına değinmesi sebebi ile Danıştay tarafından da tescil kararına karşı İYUK’un 10. maddesi kapsamında idareye başvuru hakkının olduğu kabul edilmektedir.

Yazarlar

Eren Can Ersoy

Eren Can Ersoy

Kıdemli Avukat

Melis Çolakoğlu

Melis Çolakoğlu

Avukat